Kutu Kutu Pense
Bu hafta da geçenlerde yarım kalan mitolojik mit öykümüze devam ederek giriş yapıyoruz.
Bu hafta da geçenlerde yarım kalan mitolojik mit öykümüze devam ederek giriş yapıyoruz. Tabi ki adet ve gerek olduğu üzere, GERÇEK ve öyle adam gibi kişi ve kurumlarla herhangi bir ilgisi ve bağı olmadığını da şimdiden belirterek öykümüze devam edelim.
Her yerde aksiyon, aşk, şiddet, nefret senaryoları var, herkes onları seyrediyor. Peki, biz neden normalmiş gibi duruyoruz haydi yiğitler, haydi cenk-âverler; cenk edelim nidaları arasında, Reteus’unkiler bir taraftan Fetius’unkiler diğer taraftan birbirlerine suyla ıslattıkları toprakları atmaktaydılar. Ve hatta Kırkbeşli Ağlak Paşa, “oyun taktiklerini benden almıyorlar, beni oynatmıyorlar ben nasıl sizi haberdar edeyim ki“ diyerek ve tabii ki salyalarına sümüklerini katarak Reteus’u, Faitus’a şikayet etmekteydi.
Önceki dönemlerde yüzüne ellerini koymuşları ağaçlarda, kovuklarda zor tutuyorum diyen Reteus, mızrakların hasımın yürüyüşünü yavaşlatmak, okların ise sadece ısırılacak hedefi göstermek için kullanıldığı bir savaşta aldığı yaralardan akan kanları yeşile boyamanın imkansız olduğunu anladığı için seyircilerin gözlerini boyayacak illüzyon oyunları üzerinde çalışmaktaydı.
Efendim; zamanla normallerin ormanından sıkılarak, bahsedilen yüksek ağaçların en yükseklerinde ve denizin de ötesinde yaşamaya başlayan Fetius, aşağı bakıldığı zaman topluiğne başı kadar görünen ağaçlarda konuşlanan özel ağaçkakanları bir şekilde ele geçirmiş, yuva kurmalarına izin veren ve şiddetle destekleyen Reteus’u rencide etmek için, çektiği kısa filmleri sadece birkaç özel sinema kovuğunda yayınlamaya başlamıştı. Her iki tarafın taraftarları da dahil olmak üzere, tüm ormanın ve hatta komşu cangılların ağaçkakanları ve dahi ağaçta kakılanları herkes ama herkes, ağızlarından salyalar akıta akıta, yutkunmayı unutmuş bir şekilde sıradaki filmin nerede ve nasıl yayınlanacağı konusunda iddiaya girmeye başlamışlardı. Tabi belli bir fitne fücur kesimi, ortalıkta, meydanlarda gezen, taksim taksim kasıla kasıla dolaşan ve kendilerine (kuvva-yı) seyyare diyen bir güruh, bu filmleri daha önce de gördük diyerek ortalığı karıştırma çabası (!) içindeydiler.
Bu durum, sistematik olarak MİT-olojik öykülerdeki bilgileri, su içer gibi rahat rahat servis yapan, çağırılma adı Kağan Ağaççık olan şahsı, aldığı talimatlar sonucunda sağa sola, içeri dışarı koşturarak düşmanların dikkatini ona vermelerini sağlıyordu. Odunluktan nasibini odunlukta almış bu zat-ı memur, ortaya çıkan bazı komşu cangılın BÖCEKlerini kurutmak istediği ağaçlara raptettirmek suretiyle ağaçları ve dahi soydaşları olan, birlikte büyüdükleri Fidanları anında satarak şaşırtmamaya devam ediyordu.
Fetius ile Reteus arasındaki, Sanal Meydan Savaşları, iyiden iyiye düşünülerek oynanan satranç hamlelerine dönüşmüş ama dama gibi seri oynanır olmuştu. Aman ne kafaya takacaklardı, nasıl olsa her şeyi kendileri adına yapan piyonları vardı ve karşı tarafın eline geçen piyonun yerine hemen bir yenisi peyda oluyordu.
Bu durum daha çok, gücü, kuvveti, erki ve sair nesi varsa işte osu daha çok olan Fetius’u zorluyordu. Çünkü zat-ı şahaneleri, izinden gittiği NURlu büyük amcasının bu ormanın hemen alt komşu kısmındaki bölgede yapmak istediği özel eğitim merkezinin tüm haklarını almak istiyordu. Ancak Reteus, bunun olması halinde oradaki gücünün azalacağını hesap ediyordu. Öyle ya, önce bu bölgeyi kendi ormanından ayıracak, sonra ormandan kovulursa ayrık otlarının yanında yaşayacaktı.
Feitus’u zorlayan diğer bir cephe de Bayağı Osuran Pırtıklar (BOP) grubunun eş başkanlığına getirdiği Reteus’u sallamasına rağmen kendi çıkarttığı ağaçtan düşürememesi, o grubun en ateşli savunucusu olan Jakudy is reel ormanının kendisine artık yüz vermemesi ve o bölgedeki yoğurttan elde edilen kaymakların başka gırtlaklara, armut ve sair meyve hülasasının diğer ayılara yedirilmesinden ötürü oldukça içerlemiş durumdaydı. Aslen eskiden beri var olan bu cephe daha önce açılmıştı ama ılık rüzgârlar değişerek soğumaya başlamıştı.
Ya benimsin ya toprağın diye veciz bir söz söyleyerek yeni cephesi hakkında veciz bir söz söyleyen Fetius o kadar içten nida etmişti ki zamanın araştırmacıları bu sözün ileride listeleri sallayacak bir arabesk parçası olacağı yönünde fikir beyan etmişlerdi. O zamanlar “arabesk te ne yahu!..” diyen ve güya araştırmacı olan cahillerin sonraki halleri kesinlikle içler acısıdır diyerek eğitimin gerekli olduğunu da belirtelim. Neyse biz konumuza dönelim; yavaş yavaş ellerinden su gibi kayıp giden haritada alt sağ köşe ve dahi daha da ilerisindeki bölgelerdeki gücünün azaltılmaya çalışıldığını gören Fetius, her ne kadar, oku kendine mızrağı başkasına batır sözünün mimarıysa da tepe tasının atma noktasını bir derece geçince icraata başladı. Ok, mızrak, kartopu, çamur, tuğla, taş ne varsa sağa sola sallamaya başladı.
Önce kalbindeki derdine derman olmaya geldim diyerek bağırttığı eşine aldığı uçaklarla gündeme gelen ALTIN kalpli SARRAF kocaya verdirilen ayarı gıdıkladı. Gıdıklanınca cümle âlem tebessüm etti. GÜLERim ağlanacak halime dese de gülmekten kendini alamayan AĞA babasından kalan oyuncakları beğenmeyip yenilerini isteyenlerin BAYRAKTARlığını yapanlara nazire yaparcasına ÇAĞLAYAN kıyısında yapılan alış verişe çocuklarını da katmaları yönünde verilen telkinler işe yaramış olmalı ki şişirile şişirile havalandırılan balon bir yerde patla(tıl)dı. Aman patlama olmasın ama patlama olursa da öncelikli kurtarılacak diyerek etiketlenen evrak-ı muhabbetü’l elzem karışmasın diyerek sistematik bir şekilde ayakkabı kutularına konuldu ki dizmesi kolay olsundu. Ama Fetius ve avanesi o kadar kötü niyetlilerdi ki, bazı görmeyen (ama bakanların) çoluk çocuk eğlenmek ve lego oynamak için biriktirdikleri ve küçüklüklerine dönerek KUTU KUTU PEENSSEE diyerek oyun oynadıkları kutuları güye delil olarak çarşaf çarşaf ortaya döktürttüler. Böyle bir hamle beklemeyen Reteus açılan çarşaflara dolanmış halde ne yapacağını düşünürken kendine yakın giden ve KÜTAHYAnın pınarları akışır türküsünü diyaframını şişire şişire söylemeye çalışan sakallı bayansı dostunun da çarşaflı görüntüleri piyasaya sunuldu. Aslında tüm bunlardan hemen önce sinyal, ŞÜKÜR edin ŞÜKÜR edin diyenler kullanılarak verilmişti ama…
Öte yandan yüksek ağaçlıklı, deniz aşırı yurtlarda gezip gezip hava alan Kesicisilahtarov kendisine gösterilen ilgi sonucunda erken uçuşlara başlamış, etekleri zil çala çala attığı meydan göbeklerini insanlık tarihine yazdırmıştı. Ancak hem o hem de göbek dansına eşlik eden Bahçededoğan hazretleri şu anda kendilerini ve alt dallardakilerini güldüren bu durumu sadece “Reteus’tan kurtulma refleksi” olarak algılıyorlardı ve bu durumun her şeyden yüce olduğu olgusunu lanse ediyorlardı. Ancak Reteus’un başını üşüten olayın kendi başlarındaki kavak yellerini ayazda ateşe, Ağustosta buza dönme ihtimalleri de vardı.
Bu günlük bu kadar masal yeter. Sonunu çocukluğumuzda oynadığımız bir oyunla bitirelim isterim; KUUTUU KUUTUU PEENSEEE!
Not: Yazımı, kutunuz dolu olsun diye bitirsem mi acaba diye düşündüm ve vaz geçtim. Bilinsin efendim…