Gezi Parkı ve Türk Basını
Erdoğan Erkaymaz
Gezi Parkı direnişinin en yoğun bastırdığı günde; D-Smart, Digitürk ve Kablo TV gibi 3 farklı platformdan yüzlerce ulusal ve onlarca haber kanallarında; olaylara dair (yaşanan en faşizan, en büyük çaplı toplumsal kargaşadan) haber niteliğinde bir yorum ve görüntü yoktu. O günlerin sembolu olan “Penguen” benzeri görüntüler anahaber bültenlerinde 2 dakikalık “Gezi Parkı Gerginliği” başlıklı cümleler… Halk TV, Ulusal Kanal, +1 TV inandıkları, doğru bildikleri ve habercilik anlayışından taviz vermedikleri için bunlardan ayrı tutuyor ve kutluyorum.
O sıcak günlerde “Beni bu işe karıştırma” demiştir Türk basını… İnsanlar internet üzerinden bireysel yayın yapmaya çalışırken, ulusal kanallar ya yemek programı sunmuş ya spor programı ya da belgesel. 31 Mayıs 2013 Türk basınının rezalet günü olarak anılmaktan kurtulamayacaktır. Türkiye ayağa kalkmış, tasvip edilmeyen çatışmalar ortaya çıkmış, adı haber kanalı olmuş kanallar dahi 3 maymunu oynamışlardır. Sosyal medya bu rezilliği ve meslek ahlaksızlıklarını ortaya sermiştir.
BBC’de gazetecilik ve muhabirlik yapan Selin Girit’in “Doğru ne, yanlış ne” söyleşisinden dışarıdan Türkiye’yi anlattığını özetle paylaşmak istiyorum: “Gazetecinin soru sorması engellenirse kimliğini yitirir. Bugün merak eden, soru soran haber peşinde koşan gazeteciler susturuldu, kalemleri kırıldı, fişleri çekildi. Kimileri ise kimliklerini yitirdi. Dışarıdan Türkiye’nin görülüşü; “Tutuklu gazetecilerin ülkesi.” Demokrasinin beşiği olarak görülen İngiltere’de tutuklu gazeteciler var denilmekte. Evet yargılanma sonucu adi suçlardan tutuklu gazeteciler (Yasa dışı yollarla dinlemeler sonucu haber yapan gazeteciler) gazetecilik mesleğine leke sürmüş olarak kabul edilen gazeteciler. Sorduğu soru, söylediği söz, yazdığı kitap yüzünden tutuklanan bir tek gazeteci yok İngiltere’de. Bu gazeteciler göz altına alındı, tahliye edildi, yargılanıyorlar. Öyle yıllarca göz altında tutulmuyorlar.
Oysa Türkiye’de gazeteciler tutukluluğun demir parmaklıkları da aştığını görüyoruz. Medya plazalarında, haber merkezlerinde, yazı işleri toplantılarında, yayın stüdyolarında da tutuklu gazeteciler… Fikirleri tutuklu, soruları boyunduruk altında. Yeri geliyor gazeteciliğin ilk kuralını bile ihlal etmeleri isteniyor; kaynağını açıkla diyorlar… diyorlar, dediler. Böyle devam ederse kaç iktidar değişirse değişsin muhtedir kim olursa olsun diyecekler de… Çünkü soru sormak bir meydan okumaktır. Cevap beklemektir, hesap istemektir. Sorular sorulmadıkça karanlık baki kalacaktır. Her güneşin ışığı farklıdır ama tek bir karanlık vardır.”
“Adi Medya” bugün ismimizin üzerine bu sıfatı ekledik. Geçmişin günahlarının, bugünün yalanlarının çocuklarıyız. Masum da değiliz aslında; çünkü arkadaşlarımızın akredite edilmediği toplantılara biz girdik. Patronlarımızın istemediği hükümetleri biz devirdik. Sermayenin istediği haberleri biz yaptık. Askerin hoşuna gidecek manşetleri biz attık. İktidara kasideleri biz yazdık. Hep en çok bilen, en çok konuşan, en çok dinlenen olmayı sevdik. En çokta biz yanıldık. Azarlandık, kullanıldık. Artık günay çıkarma zamanıdır. Medyanın öncelikle şapkasını önüne almasının ve kendisiyle hesaplaşmasının zamanıdır. Çürük elmalarının ayrılmasının, kurunun yanında yaşının da yanmasının artık yeter deme zamanıdır. Gerçekleri yazmanın, yalanları ortaya koymanın, cesur olmanın, ‘tarafta değilim bertarafta olmayacağım’ diyebilmenin zamanıdır. Çünkü buna ihtiyacımız var. Türkiye’nin demokratikleşmesi için gerçeklere ihtiyacımız var. Doğru ne, yanlış ne diye sorabilecek insanlara ihtiyacımız var. Ve bu insanların başına bir şey gelmeyeceğini bilmeye de… İşte dışarıdan böyle görünüyor olan bitenler.
Bir ülkede basın özgürlüğü kötüye giderse, sansür uygulamaları devam ederse, medyanın ticari işler yapan büyük holdinglerin mülkiyetinde olursa demokrasinin olmazsa olmazı; demokratik, özgür ve çoğulcu bir toplumun gerçekliliğinden bahsetmek hayal olur.
Sevgi ile kalın…