BABAKALE ALTINKUM ÖYKÜLERİ
‘’ÖYKÜLERİN ÖYKÜLERİ VAR!’’
Her öykünün bir yazılış öyküsü var. ‘’Babakale Altınkum Öyküleri’’ kitabının öyküsü de başlı başına bir öykü.
Bundan 5-6 yıl önce, büyük oğlum Emre, gelinim ve torunum, yaklaşık otuz yıldır, yaz dönemlerinde oturduğumuz Babakale Akliman’daki evimize gelmişlerdi. Bu ev hem bizim, hem çocuklarımın ve torunlarımın rehabilitasyon merkeziydi adeta.
Çocuklarımız Babakale’yi şöyle anlatırlardı hep; ‘’Okullar tatil olduğunda, izinleri ayarlayıp önce Babakale’ye geleceksin. Burada rehabilite olup, güneye, daha sıcak, kalabalık ve eğlenceli tatil yöresine gidecek, eğlenip yorulacaksın. Dönüşte tekrar rehabilite merkezine, yani Babakale’ye geleceksin. Bundan sonra rahatça kışı geçirebilecek enerjiyi kolayca biriktirebilirsin.’’
Babakale bizim yaz tatillerini geçirdiğimiz ana duraktı. Çocuklarımız için ise geçiş rotasında ana transfer merkezi. Ailece Babakale bizim sevgilimiz oldu. Gelinlerim ve torunlarım da bu bakir toprakları, tıpkı bizim gibi sevip benimsediler.
Mevsimlerden nisan ayı başlarında sevgi ve özlemle Babakale’deki evimize geldik. Evimizin önünde ve yanında çay kaşığı kadar bir toprağımız var. Bu küçücük bahçe bile bizim yaşlanmış bedenlerimizi yormaya yetiyor. Gelir gelmez temizleyip kazıyoruz. 23 Nisan Bayramı’nın ardından da domates, biber, salatalık, maydanoz, dereotu, yeşil soğan, sarımsak, birkaç kabak ve patlıcan fidelerini toprakla buluşturup, gece nöbetlerine başlıyorum.
Gece nöbeti deyince aklınıza farklı şeyler geldiğini biliyorum. Bahçemize ektiğimiz körpe fidelerin bir düşmanı var. Sümüklü böcek. Fidelerin gövdelerine yapışıp emiyor ve onları güçsüzleştirip yok ediyor. Fideler büyüyene kadar onları koruyup kollamak gerekiyor.
Eşimle akşam saatlerinde bahçe sulama yarışı başlar aramızda. Hortumu kim önce kaparsa, bahçeyi o sular çünkü. Fideler serpilir ve ilk çiçekler açar. Sanki açan bizim çiçeklerimiz. Öyle heyecanlanırız. Sonra ilk ürün baş verir. Salatalıklar büyür. Biberler uzar. Domatesler çıkar. Bu defa da kızarmasını bekleriz.
Sabah kahvaltısından, yatana kadar tüm zamanımız terasta geçer hep. Mecbur kalmasak içeriye de girmeyiz. İstanbul’da kış boyu en çok özlediğimiz şey, açık havada kahvaltı yapmak. Egenin mavi-yeşil sularına bakarak salıncakta çayımızı yudumlamak, sakızlı lokum eşliğinde komşularımızla birlikte Türk Kahvesi içmek, ne büyük keyif bizim için.
Hele hele kahvaltıda bahçe ürünleri varsa. Nane, reyhan, kendiliğinden biten yabani semizotu, sabah kahvaltılarımızı o kadar değerli kılar. Ama daha önemlisi çocuklarım, gelinlerim ve torunlarım, bahçedeki sebzeleri topladıkça eşim ve ben daha çok keyifleniriz. Erkenden gelip bahçemize bu sebzeleri ekmemiz de çocuklarımız ve torunlarımız için zaten.
Önümüzdeki eve bir aile misafir oldu. Genç karı-kocanın torunum Ela yaşlarında bir çocukları vardı. Adı Mavi. Ben hayatımda ‘’Mavi’’ adında birini ilk o zaman gördüm ve tanıdım. Ela ile arkadaş oldular, birlikte oynadılar. Biz de anne-babası ile ahbap olduk. ‘’Mavi’yi bir köy okulunda okutmak’’ gibi hoş bir düşünceleri vardı. Bilmiyorum şu anda nere okuyor.
‘’Güzel günler, hele hele tatiller çabuk geçer derler!’’ Biz Babakale’nin demirbaşıydık ama onların tatili habersizden bitivermiş.
Babakale çok şanslı bir köy. İstanbul, İzmir, Ankara, Kocaeli gibi büyük şehirlerden Ezine’ye kadar otobüs seferleri var. Babakale Köyü ile Ezine ve Çanakkale arasında da düzenli minibüs seferleri yapılıyor. Babakale şanslı bir köy demiştim ya, isterseniz Gülpınar Seyahat, isterseniz Ezine Birlik minibüslerinden birini seçip, istediğiniz büyük şehre kolayca ulaşırsınız.
Burada hep Ezine adı geçtiği için, okuyanlar ve dinleyenler Babakale Köyü’nün Ezine’ye bağlı olduğunu düşünür. Pek öyle değil aslında. Biz otuz yılın neredeyse yirmibeş yılında Babakale’ye hep Ezine üzerinden geldik-gittik. Son zamanlarda ise İstanbul-Yalova-Bursa-Karacabey-Balıkesir-İvrindi-Havran- Edremit-Akçay-Altınoluk-Küçükkuyu’yu geçip, sahil yolundan Behramkale’ye ve sıra ile köyleri geçe geçe Gülpınar’a, oradan da Babakale’ye ulaşırız.
Yazlığımızın olduğu Akliman Mahallesi, 9 km.lik Gülpınar- Babakale yolunun tam ortasında yer alıyor. Ezine minibüsleri sitemizin önünden, Ayvacık minibüsleri ise 700-800 metre ilerimizdeki ana yol sapağından alıyor yolcularını.
O zamanlar, sitemizle deniz arasında delice zeytinler, çam, ahlat ve akasya ağaçları vardı sadece. Şimdi aramıza 24 tane tek katlı deprem evleri yapıldı. Evimiz sitenin birinci adasında. Küçük bir demir kapıdan geçerek gireriz ana yoldan site içine. Küçük demir kapının karşısında, ana yolun kenarında küçük bir çöp alanımız vardı. Komşularımız rahatsız olduğu için orası da kaldırıldı daha sonra.
Torunum Ela ile birlikte geçer her anımız. Sık sık birlikte yürüyüşe çıkarız. Bu yürüyüşlerin bir bahanesi olur mutlaka her defasında. Ya markete kadar yürür, oradan Ela’ya abur-cubur alırız. Ya da Mehmet Hoca’nın evinin önündeki erik ağacının dalından birkaç Papaz Eriği (Eşim ona Sapanca’da Kastarcı Eriği dermiş), kayısı veya birkaç vişne koparıp yeriz.
Ben torunumla daha çok vakit geçirebilmek için, bir bahane uydururum her defasında. Onunla birlikte giderim her yere. Su doldurmaya, ekmek almaya, semizotu toplamaya, çöp dökmeye birbirimize arkadaş oluruz.
O günün akşam saatleriydi. Ela ile çöp dökme bahanesi ile site içinde yürüyüşe çıktık. Çöpümüzü attık. Baktık, Mavi ve ailesi, valizlerini hazırlayıp, sitenin çıkış kapısında İstanbul Kadıköy’de bulunan evlerine dönmek üzere minibüs bekliyorlar.
‘’Ela’cım haydi gel, Mavi’yi ve ailesini uğurlamaya gidelim!’’ dedim. El ele tutuşup, ana yoldan sitenin çıkış kapısına doğru yürüdük. Mavi ve ailesi, onları uğurlamaya geldiğimiz için mutlu oldular. Durakta oturup, Ezine minibüsü gelene kadar sohbet ettik. Ela da Mavi ile oynadı.
Mavi’yi ve ailesini minibüse bindirdik, çantalarını da bagaja yerleştirdik. Yolun tam karşısında, denize indiğimiz beton bir yol vardı o zamanlar. Yolun iki yanında, yoldan geçenleri güneşten korusun diye hoş kokulu akasya ağaçları dikilmişti. Tam minibüs yola çıkacakken, denizden gelen yolun başında çok güzel bir genç kız belirdi. Siyah deniz elbisesinin içinde, bikinisinin çapraz bağcıkları vardı. Denizden yeni çıktığı belliydi. Elbisesinin içinden mayosunun nemi hafifce belli oluyordu.
Minibüsü durdurmamız için seslendi bize. O sırada arkasında kocaman bir valizi çekeleyen genç bir delikanlı belirdi. Minibüsü durdurduk. Delikanlının valizini sürücü minibüsün bagajına zorla yerleştirirken, genç kız arkadaşına tutku ile sarıldı. Minibüsün sürücüsü, içindeki on dört yolcusu ve Ela ile ben, iki sevgilinin bu veda kucaklaşmasını uzunca bir süre izledik.
Minibüs akşamın loşluğuna doğru ilerledi. Genç kız teşekkür etmek için yanımıza geldi. Ela’yı sevdi. ‘’Ne güzel bir kız bu, adı ne?’’ diye sordu.
‘’Ela mı? İlk defa duyuyorum. Ne güzel bir adı varmış!’’ dedi. ‘’Siz de çok güzelsiniz!’’ dedim. Tanrının yaratırken özendiği
insanlardan biriydi gerçekten. Ama beni güzelliğinin yanında en çok etkileyen, ince uzun parmaklarının ucundaki derin tutkuydu. Tam o sırada telefonum çaldı. Arayan gelinimdi. Akşam yemeği hazırmış. Ela ile beni yemeğe bekliyorlarmış.
Vedalaşıp ayrıldık. Biz yukarıya siteye çıkarken, o da aşağıya denize doğru yürüdü.
‘’Babakale Altınkum Öyküleri’’ iki ciltlik bir kitap oldu. Bu öykünün ilham vereni, yanı başımızda erkek arkadaşını uğurlayan bu güzel ve parmak uçları tutkulu kızın vedasıydı.
‘’Babakale Altınkum Öyküleri’’nin ilk baskısı 150 sayfaydı ve Haziran 2021’de yayınlandı. Bu öyküm, 19 kitabım ve 9 öykümün içinde en çok satan kitabım oldu. Her kitabımın arkasında sihirli bir not var. ‘’Siz olsanız nasıl yazarsınız? Lütfen düşüncelerinizi bizimle paylaşınız.’’ diye. Okurlarım kitaplarımı bitirince duygu ve düşüncelerini benimle paylaşırlar.
Bu notların içinde en önemlisi şuydu; ‘’Lütfen kitaplarınız daha kalın olsun. Çünkü çok çabuk bitiyor.’’ Ben de bu nedenle, daha önce kitaba koymadığım bazı bölümleri ikinci baskıya ekledim. Elinizde tuttuğunuz ‘’Babakale Altınkum Öyküleri’’ kitabımın genişletilmiş 2. Baskısı. Şimdiye kadar basılan kitaplarımın en kalını oldu. Tam 192 sayfa. Umarım okurlarım mutlu olur, duygu ve düşüncelerini benimle paylaşmayı sürdürür.
(*) Kayık arkadaşlarım İbrahim Kapusuz ve Ünal Çaygeçer