TİCARET ÇOK İNCE BİR SANATTIR
Yüreğimden damlayan Ayancık anıları…
Kadim kaynaklarda, ticaret erbaplığının genlerden yeni kuşaklara aktarıldığı bilgisi yazar. Mutlaka siz de duymuşsunuzdur. İşinin ehli ustalara sorulduğunda ‘’Biz yedi kuşaktır bu işi yapıyoruz!’’ diye, mesleklerini övünçle anarlar. Doğrudur da.
Benim ailemde ticaretle uğraşan hiç kimse yoktu benden önce. Bu yüzden ticaret hayatımda ben bu guruba katılamadım maalesef. Ama yedi kuşak ticaret yapan ustaların elinde büyüdüm.
Çocukluğu benim de doğduğum topraklarda geçen ünlü öykü yazarımız ‘’Ömer Seyfettin’’ için eleştirmenler, onun ‘’fotoğraf makinesi’’ hafızasına sahip olduğunu söylerler. Çocukluğunu fotoğraf makinesi gibi kaydedip, bu kayıtları kullanarak çok sayıda öyküler yazmış. 35 yıllık kısa ömrüne sığdırdığı kitap sayısı tam 140. Bu birkaç ömre bile sığmayacak bir rakam.
Sanırım ya bana el verdi, ya da doğduğumuz topraklardan aldığımız bir yetenek bu. Fotoğraf makinesi gibi kaydedip, her şeyi çabucak öğrenmek becerisi bende de var.
İş hayatım, Ayancık Ortaokulu’nu bitirince başladı. Ayancık Gazetesi ve Matbaası’nda mürettip ve makinistlik, Fabrika Sineması’nda çay ocağı işletmek, kestane, su, balık- ekmek satmak, el arabası ile hamallık yapmak gibi. Sonra lise eğitimimin sonuna kadar, matbaa ile fabrika sineması serüvenine devam ettim.
İstanbul’a Hukuk Eğitimi için gelip Fatih Çarşamba’daki Sinop Öğrenci Yurdu’na kaydoldum, Ayancık Gazetesi’nin sahibi Bahattin Ağabey’in yazdığı tavsiye mektubu ile, Cağaloğlu Bakış Müessesesi’nin matbaasında mürettip olarak işe başladım. İnsan ilişkilerini Bahattin Ağabeyden, ticaret hayatının inceliklerini, Bakış Matbaası’nda işime son verildikten sonra girdiğim Öztürk Basımevi sahibi Hüsnü Öztürk’ten öğrendim.
Değerli öğretmenim Mihriye Bölükbaşı’nın çok güzel bir tesbiti vardı. ‘’Sanayinin olduğu yerlerde, sadece matbaacılar arasında kadın başınıza rahat edersiniz!’’ derdi. ‘’Çünkü onların en cahili bile okumuştur. Onlara mutlaka kağıt tozu ve mürekkep bulaşmıştır!’’ diye düşünür. Kağıt tozu ve mürekkep bana da bulaştı.
Aldığım siparişi, müşterilerimin hatırlatmasına gerek olmadan ve teslim tarihinden çok önce teslim ederdim. Gecikirsem bile vaktinde yetişirdi siparişlerim. Her yaptığım işe hak ettiğim fiyatı koyup, hak ettiğinden iki kat özen gösterdim. Tıpkı Hüsnü ağabey gibi, alacaklılarım dükkanıma gelemezdi. Ben borcumu onların dükkanlarına gidip öderdim.
Beyoğlu’ndaki Çetinkaya Mağazası’nın matbaa işlerini yaptım yıllarca. Adana, Bakırköy, Kadıköy şubeleri açıldı. Onların işlerini de yaptım. Bir ramazan öncesi 200.000 adet imsakiye siparişi almıştım. Firma alacağına mahsuben imsakiyenin kuşe kağıtlarını bir kağıtçıdan almış. Kağıtlar Cağaloğlu’ndaki matbaama geldi.
Kağıtlar öyle çok yer kapladı ki, içeriden dışarıya çıkamaz hale geldik. Bana örnek olarak verilen imsakiye’de kabe resmi vardı. Ben de Türkiye’den bir resim olsun istedim. Sultanahmet Camii’nin resmini koydum. İmsakiyeler basıldı, ülke çapında dağıtıldı. Çok beğenildi. Türkiye’nin her şehrinden siparişler aldım.
Siparişler teslim edildi fakat kağıt hesabında hata yapılmış. Kağıtların yarısı arttı. Beyoğlu Şubesi müdürü Rüstem ağabeye bildirdim. Çok mutlu oldular. Bir sonraki yılın imsakiye siparişini de almış oldum. Artan kağıtları matbaamda bir yıl koruyup kolladım.
Bayrampaşa’da bir müşterim vardı ‘’Çakıcı Şirketler Gurubu’’. Benim için çok değerliydi. Matbaamı ilk kurduğumda, borçlarımı onların verdiği siparişlerle ödemiştim.
Katılacakları bir fuar öncesi bana yüklü bir sipariş verdiler. Fotoğraf çekimini de bir arkadaşım yaptı. Takvim, holdingin diğer kurumlarına ait renkli broşürler, el ilanları, tebrik kartları, kartvizitler ve bunların tümünü içine alacak kapaklı bir dosya.
Firmanın logo rengi sütlü kahverengiydi. Fakat benim olmadığım zamanda fotoğrafçı ile farklı bir renk belirlenmiş. Ürünler tam baskıya girecek. Pantone renk numunesi çocuk kakası renginde. Basımı durdurdum. Şirketin Genel Müdürü Ali İhsan beyi aradım. Özel sekreteri Azize hanım çok naif bir insandı. Durumu anlattım. Fakat patronu ile beni görüştüremedi. Toplantıdaymış ve bölünmesini istemiyormuş.
Ali İhsan beyin yazıhanesinin vitrininde Pantone Renk Kataloğu vardı. Azize hanıma yerini tarif ettim, buldu. Basıma giren rengin numarasını da buldurdum. Azize hanım rengi gördü. ‘’Ali İhsan beyi rahatsız edemem. Bu renkte işler basılsın!’’ dedi. İşler basıldı. Ama içime sinmedi.
Daha fuara birkaç gün var. Toplantıdan sonra Ali İhsan bey, eleman gönderip, basılan işlerden birer numune aldırdı. Basılan rengi beğenmemiş tabi. Ben de beğenmemiştim. Ama sorumluluk onlarındı.
Birkaç gün sonra araçları geldi. Basılı matbu işlerini mücellithaneden arabaya yükleyip fuar alanına gönderdik. Ali İhsan bey, paketleri açtırıyor ve bir de bakıyor ki, tüm işler firmanın gerçek renginde basılmış.
Fuar bitince beni aradı. ‘’Turan bey, bu işten ne kadar zarar ettiniz?’’ diye sordu. Ben tüm işleri çöpe atıp, hepsini yeniden ve gerçek renginde basarak fuara yetiştirmiştim. O günkü rakamlarla zararım en az 2.000 liraydı. Söyledim.
‘’Size 1.000 lirasını havale yaptım. Kalan 1.000 lira için de teşekkür ediyorum’’ dedi. Ticaret her zaman para için yapılmıyor! Nezaketi benim için 1.000 liradan çok daha fazla bir değerdeydi.
Siz de yapar mısınız bilmiyorum. Ben alış-veriş yaptığım fişleri daha sonra kontrol ederim. Geçen yıl 15 Nisan günü yazlığımıza Babakale’ye gittik. Bir gün önce eşim Kadıköy Balıkçılar Çarşısı’ndaki bir şarküteri mağazasından Kastamonu Pastırması ve Sucuğu almış. Burası sürekli tercih ettiğimiz yerdi. Reyon fişi 1.080 lira, kasa fişi 1.580 lira. Anladım ki kasada bir hata olmuş. Telefonla aramak istemedim. Fişi cüzdanıma koyup sakladım.
Ekim ayı sonunda İstanbul’a döndük, kasım ayında da Balıkçılar Çarşısı’ndaki sakatatçıya işkembe almak için gittik.
Yolda aklıma geldi. Şarküteriye uğrayıp, kasadaki beyefendiye iki fişi gösterdim. Aradan 7-8 ay geçmiş demedi. Yerine başka bir ürün vereyim de demedi. Hata yapmışız diyerek özür diledi ve 500 lira fazla aldığı parayı iade etti. Teşekkür edip parayı eşimin eline tutuşturdum.
Sakatatçımızdan dil, ciğer ve işkembemizi aldık. İçimiz rahat etmedi. Yeniden şarküteri mağazasına girdik. Satıcı bizi hemen tanıdı. Alış-veriş yapıp, biraz önce aldığımız parayı geri ödedik. Mağaza sahiplerine teşekkür ettik eşimle birlikte.
‘’Sizi, ve esnaflığınızı çok taktir ettik. Tam da adınıza layık bir işyerisiniz. Rahmetli Bülent Ecevit’i de çok severdik. O çok değerli bir devlet adamıydı!’’ dedim. Gülümsedi. ‘’Çocuğumun adı da öyle dedi. Sayın Bülent Ecevit’le babalarımız amca çocuklarıdır.’’ Eşim ve ben, kendi adımıza, böyle bir esnafı tanıdığımız ve müşterisi olduğumuz için gurur duyduk. Teşekkürler Ecevitler Şarküteri.
Büyük oğlum tereyi çok seviyor. Roka bulmak kolay manavlarda ama, tere bulmak zor. Annesi de hassas davranıyor. Kahvaltıya gelecekler. Dışarısı kar soğuğu. Eşim Çemenzar’daki manavı tarif etti. ‘’Orada mutlaka tereyi bulursun’’dedi.
Giyinip gittim. Ama tere ile rokayı karıştırırım kaygısı ile manav çalışanından yardım istedim. Bir bağ roka, iki bağ da tere aldım. vd. Eve geldim. Eşim ‘’terelerden biri yerine kuzukulağı vermişler’’ dedi. Canım sıkıldı. Fişini kontrol ettim. Tere 30 lira, kuzu kulağı ve roka 25 lira. Yani bana hem yanlış ürün, hem de 25 liralık kuzukulağını tere diye 30 liraya vermişler. Fişi biraz daha inceledim. Satın almadığım bir kalem daha var aralarında. Bilmem neli gofret 9,5 lira.
Kasiyer, kendi yediği veya başkasına satıp parasını aldığı gofreti benim fişime eklemiş. Rakam küçüktü ama midemi bulandırdı. Fişin üzerindeki telefon numarasını arayıp durumu anlattım. Özür dilediler, ‘’bir ara geçerken uğrayın ödeyelim!’’ dediler.
Hava soğuk. Birkaç gün dışarıya çıkmadım. Sonrasında geçerken özellikle uğradım. Yetkili kimse yoktu. Genç bir kadın vardı rafları düzelten. Kasaya geçince durumu ona anlattım. Aldıklarımı aynı gün getirmediğim için sızlandı. Bir sürü zorluk çıkardı, gönülsüz paramı ödedi.
Yazlığımızda arkadaşım İbrahim bey bana atv. için bir parça önermişti. Gülpınar’daki nalburu arayıp ayırttım.
Arkadaşım her gün Tuzla Köyü’ne tavuklarına bakmaya gittiği için, nalbura uğrayıp ayırttığım ve fiyatını öğrendiğim ürünü alıp getirdi.
Gülpınar’a iki gün sonra Cumartesi Pazarı için gittik. Önce balıkçıya ve dönüşte nalbura uğradık. Borcumu ödemek istedim. Çarşamba günü 45 liraya ayırttığım ürün için benden
5 lira vade farkı aldı. Biz o dükkanla alış veriş yapmaya başladığımızdan bu yana neredeyse 30 yıl olmuş. Kimi vefadan anlıyor, kimi vefasızlıktan!
Ben her alış-verişten sonra fişime bakmayı alışkanlık haline getirdim. Siz de bakın. İyi esnaf kim, kötü esnaf kim, hemen anlaşılıyor. İyi esnafları destekleyip onlardan alış- veriş yapmaya devam edelim. Üç kuruş paramız onlara gitsin. Bundan böyle hep iyiler kazansın. Gelecek günlerimiz, bu günlerden daha iyi olsun.
Sevgilerimle….