Bir Futbol Efsanesinin Ardından (İzzet Turhan)
“İzzet Turhan Hocamız’a saygı ve rahmetle”
Birkaç büyük abilerimiz dışında hepimizin ilk kez sahlarla tanıştığı ilk yılımızın oynandığı bir sezonda Boyabat Gücü ile maç yapmak için o günlerin popüler otobüslerinden biri olan Potinoğlu ile Boyabat’a gitmiş, Sarıoğlu otobüs firmaları ile yaşanan rekabetten ötürü de en önemli oyuncularımızdan biri (Ekrem Gülşen) maça gelememişti.
Boyabat’ın kumlu çakıllı zemininde oynadığımız bu maç çok zor geçmiş, maçın sonlarına doğru Metin (Üngüder) abimin attığı golle Boyabat’ı 1-0 yenmiştik. Herkes sevinç içindeydi. Boyabat’ın sahası bir çukur gibi toprak yığınlarının arasında bulunuyordu. Soyunma odaları falan da yoktu. Bu yüzden geldiğimiz otobüsün içinde soyunmuş ve öyle sahaya çıkmıştık. Şimdi giyinmek için yorgun ama mutlu bir şekilde otobüse binmiştim. Maçın heyecanı içinde anlamamıştım ama otobüse binerken yeşil-beyaz formamın beyaz kollarının kırmızı renge büründüğünü görünce canımın yandığını ancak fark etmiştim. Sadece kollarım, dirseklerim değil, dizlerim bacaklarımdaki görüntü maçın ne denli zor geçtiğini anlatıyor gibiydi. Giyinmek için girdiğim otobüste savaştan çıkmış bir asker edasıyla koltuğa oturup biraz dinlenmek, sonra da giyinmek istedim. Takım arkadaşlarımın çoğu dışarıda oynadığımız maçın kıritiğini yapıyor, neşeli bir şekilde birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Sonra sessizce o geldi otobüse. Hiçbir şey söylemeden muavinlerin yolculuk sonralarında ikram ettikleri kolonyayı duvara asılı fileli gözden çıkarırken diğer eliyle de bir tutam kağıt peçeteyi kavrayıp başımda durdu. Avucunda tuttuğu peçeteye bolca kolonya dökerek dirseklerimdeki ve dizlerimdeki pıhtılaşan kan birikintilerini silip pansuman yapmaya başladı.
Canım çok yanıyor, kolonyanın keskin serinliği bir süre sonra yaraların üzerinde bir ateşe dönüşüyordu. O, yaralarımı pansuman yaparken ben 14 yaşın çocukluğuyla kendimi ağlamamak için sıkıyor ve istemsiz akan göz yaşlarımı tutamadığım için utanıyordum. Bir süre sonra utanarak baktığım yüzündeki gözyaşlarıyla göz göze geldiğimizde bir baba gibi sarılıp “Aslanım benim,”dedi.
Bütün acılarım dinmiş hocamın haykıran sesiyle kendimi çok önemli hissedivermiştim. Kolay mıydı? Aylar öncesinden bizlerin ellerinden tutmuş, fabrika köprüsünün altındaki semt sahasından hayran olduğumuz “büyük sahaya” o getirmişti. Takımdaki dört veya beş kişiyi geçmeyen abilerimizin dışında çoğunluğumuz bir ligde oynamak için çok küçük sayılırdık ve hazırlıklara çok erken başlamıştık. O her zaman bizlerden çok umutluydu. Kimin neyi ne kadar yapacağını çok iyi bilirdi. İnatçı ve zor biriydi. Futbol dışında bilardo oynamayı, ve kahvehane oyunlarını oynamayı çok severdi. Sevmediği tek şey ise, kaybetmekti. Kaybettiği oyun sonrası çılgına döner, bazen kallavi bir şekilde söverdi.
O, sanki futbol sahasının ortasında topçularından başka hiç kimsesi olmayan yapayalnız bir adam gibiydi. Çok sonrasına kadar hiç birimiz ailesine çoluk çoğuna dair hiçbir bilgimiz olmamıştı. Onun çocukları her zaman bizlerdik. Deplasman maçlarına gittiğimizde maç sonrası otobüsün arka tarafına geçer, bir çeşme kenarına gelinceye kadar bize ekmek içine domates, peynir, salatalık ve biberden oluşan yiyecekleri hazırlardı. Bize yedirdiklerinden artarsa o ancak öyle karnını doyururdu.
Biz büyürken her zaman yanımızdaydı. Antrenmanımız başlamadan önce çantalarımızla sahaya geldiğimizde onu küçük çocuklarla bir dairenin içinde 5’e 2 oynarken bulurduk. Oynadığı çocuklar kadar şen şakrak ve mutlu görünürdü. Hele topa vuruyormuş gibi yapıp, birden çeker sonra topu kendisinden almak isteyenin bacak arasından geçirdiğinde kahkahası çimen kokan toprak sahamızı çınlatırdı.
Ayancık’la özdeşleşmiş bir çok futbolcuyu O yetiştirdi. Ben de top oynadım diyen hemen hemen herkeste emeği ve hakkı vardı.
Yaşlanmış, eşini kaybetmiş ve kızlarının yanına sığınmıştı. Yılların yorgunluğunu taşıyan dizlerinden ve gözünden ameliyat olmuştu. En son temmuz ayında oğlumun düğününe geldiğinde Kenan’ın “Belki de bu son fotoğrafımız olur” dediği fotoğrafı çekilmiştik. Bu son fotoğrafımız oldu.
İzzet Turhan Hocam, hakkın bizlerde çoktur… Sana borçlu kaldık, hakkını helal et Hocam…
Mehmet Macit YILMAZ
Macit hocam çok güzel özetlediniz buna a ncaj âmin denir.Allah rahmet eylasin
ALLAH rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah…