Bu yazı başlık ister mi?…
Bilinen hususlardır: Her nesnenin bir ismi vardır. İsim onesne ile sınırlıdır. O isim o nesneyi gözümüzün önüne getirir, onun ne olduğunu algılarız. Sadece isimlerle anlaşmak mümkün değildir. Burada “kavramlar” devreye girer. Masa, bir isimdir. Hukuk, bir kavramdır. vs. Kavramlar anlam taşır. Anlamı dışında kullanılması veya algılanması hem zihinleri karıştırır hem de kargaşa çıkartır.
Bugüne kadar sıklıkla böyle olmuştur. Kimileri bilerek kavramlara yanlış anlam yüklemiştir, yani hedef kitleyi bilerek aldatmıştır. Kimileri ise kavramı bilmedikleri için kendisine anlatılanları yarım bilgisiyle yanlış algılamıştır, yani kendisini aldatmıştır. Örnek vermek gerekirse: Etniklik… İnsan hakları… Demokrasi… Üniter devlet… Din kavramı… Bunlar gibi birçok kavram genelde bilerek yanlış ve yönlü anlatılmıştır. Gerçekte ise bilim kavramlarla yapılır. Anlatım ve işaret sadece isimle olur. Hemen sonuca gidersek; toplumun huzur bulması ve yücelmesi, sadece fertlerin değil toplumun zenginleşmesi ve bilgi sermayesinin yükseltilmesi dışında mümkün değildir. Aksi takdirde kolayca kandırılıp öteye beriye döndürülür. Her şeyin üstünde kalarak sormak isterim: – Aklıyla, bilgisiyle düşünerek ve ciddiyetle kim olursa olsun herhangi bir insan “BAĞIMSIZLIK” kavramından bahsedip, yüzbinlerce liralık otomobil alıp gezebilir mi? Tabii ki hemen savunmaya gidecektir, boşuna konuşmasın! Parasını gösterirken, beyninin boşluğunu göstermiş olacaktır.
Geçelim, Öteki vatandaş da dinimi kurtarıyorum diyecektir, ya bilemedikleri..? Nasıl, neyle ve kimle kurtaracak? Ne bilsin garibim. Dedik ya doğru veya doğruya yakın düşünebilmek kavram zenginliği ile olabilir diye. Düşünmenin matematik hesabındaki gibi bir sağlaması var mı, ben bilmiyorum. Nurculuk denilen sayıklama hareketinin Said-i Nursi ile başladığı bilinir. Başlangıçta İngilizlerin, daha sonraları ABD’lilerin ilgisine girmiştir. En son karargâhları da ABD’de bulunuyor. Bunlar, masum görüntülerinin arkasında “dinler arası diyalog-İbrahimi dinler” maskeleriyle “İnsanlık O’nu Bekliyor” sözünü Hz. İsa’nın resmi ile birlikte dergilerinin kapağına koyabildiler. İslam’ın yerine Hıristiyanlığı koyarken benim normal insanım ise hiçbir şeyin farkına varamıyordu! Şahsen beni en çok üzen ise işin bu kısmı. Kimse kusura bakmasın, sırası gelmişken soracağım:
– 1) “Nerede kaldı dinimizi koruma hassasiyeti?” diye.
– 2) “Bu gidişle birileri daha bizi başka türlü kullanamaz mı?” diye.
Başınıza dert geldikten sonra ortaya çıkmanın değeri ancak yarım olur! İtiraz edenler, lütfen Irak’taki “KESNİZANİ tarikatı”nı araştırsınlar. Irak Devletini kimin yıktığını da öğrenmiş olurlar. İsrail düşmanları da, belki İsrail’in kimleri kullandığını anlayabilirler! Bakın, tarihin eski devirlerinden kalma, sanki bugün için yazılmış gibi “özdeyişler” vardır. Marcus Tullius Cicero (M.Ö 106-43) şunları söylüyor: “Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla baş edebilir. Fakat içerisindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır. Sınırları zorlayan düşman, silah ve alametlerini açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir. Fakat bir hain, hain gibi görünmez, kurbanları ile aynı aksanda konuşur, onların çehresine bürünür ve onların argümanlarını kullanarak ulusun politik yapısına nüfuz eder, bütünkapılardan serbestçe geçer, sesi en üst düzey yönetim koridorlarında duyulur, ulusun ruhunuçürütür, politik yapıya her türlü hastalık bulaştırarak ulusun yaşam gücünü elinden alır. Bir katil daha az korkulasıdır.” Değerli okurlarım, bu şanlı ordumuza sızan hainlerin neler yaptıklarını öğrenmek için hemşehrimiz olan Emekli J. Alb. Mustafa ÖNSEL’in “AĞACIN KURDU-Fethullah’ın Askerleri” isimli kitabını tavsiye ediyorum. TV’lerde duyduklarınız bu kitapta var.