Gerçek Gurbet
Saliha Bektaş
Yazıma bir fıkrayla başlamak istiyorum.
Adamın biri, deve kuşunu görmüş. Sormuş, "Bu nedir?" diye.
Demişler deve kuşu.
Bakmış, ne deveye benzetmiş; nede kuşa.
Düşünmüş "Deve olsa kanatları olmaz, kuş olsa bu kadar büyük olmaz" diye. Tutmuş, deve kuşunun, kollarını bacaklarını koparmış. Sonra bir daha deveye bakmış.
"Eh! işte anca kuşa benzedi" demiş.
Fıkra bu ya, bu fıkradan hareketle bir düşünelim. İnsanlarla olan ilişkilerimiz de, bizler de acaba böyle bir eğilim içine giriyormuyuz? Yani, farklı gördüğümüz, bize benzemeyen kişilerle karşılaştığımız zaman, onları tanımlaya bilmek için, kalıplara sokmaya çalışıyor muyuz?
Böyle bir durum yani karşılaştığımız insanların bizden farklı olması veya o insanları tanımlayamamamız, onların eksikliği mi, yoksa bizim bilgisizliğimiz mi?
Sanki, işin kolayına kaçıyoruz. Kişi veya durumları tahlil etmek yerine, kesin yargılarla belli kalıplara sokup, bu şekilde iletişim kurmaya çalışıyoruz. Ne demişler, “Eğri cetvel ile doğru çizgi çizilmezmiş”
Bu durum neticesinde, yanılgılar, hayal kırıklıkları, güvensizlikler… Ve sonunda bencillikle beraber yalnızlık duygusu alıp başını gidiyor… Aslında herkesin istediği şey aynı. Anlaşılmak ve varlığının fark edilmesi.
“Gerçek gurbet, insanı, anlayacak insanların yokluğu değil de nedir?” demiş. Hasan el-Basri (Ks). Ne güzel söylemiş!
Nasıl ki herkes anlaşılmayı arzuluyor, o takdirde kişinin kendisi de karşısındaki kişinin varlığını kabul etmeli ve anlamaya çalışmalı. Bunu kişiyi değiştirmeye çalışmadan, kolunu kanadını kırmadan yapmalı.
Bir yandan da önce kendini tanıyıp tanıtmalı, ifade edebilmeli. Yanlış zanlara fırsat vermemeli. Yani insan olmanın gereğini yerine getirmeli. İletişim kurmalı. Ne demişler, “İnsanlar konuşa konuşa anlaşır" Tabi ki kişinin, önce anlaşmaya niyeti olmalı. Niyet! İşin düğüm noktası burası işte. Önce herkez kendi niyetini sorgulamalı. İnsan, insanın kurdudur, yerine insan insanın aynasıdır. Olmalıdr. Aslında herkes karşısındakinin gözünde kendini görür. Biz baktığımız gözdeki çapağı görüp, gözün içindeki kendimizi görmüyoruz. Belki de kendimizi görüp, kendimizle yüzleşmekten kaçıyoruz.
Diyelim ki, bizim niyetimiz iyi fakat karşı tarafın niyetinden emin olamıyoruz. Bu şekilde düşünerek, belkide niyet okuyuculuğu yapıp kendimizi yanıltıyoruz.
Bırakalım kimin niyeti ne olursa olsun, biz kendi niyetlerimizi temiz tutmaya çalışalım. Bunu kendi iyiliğimiz için yapalım. Kalabalıkların içinde yalnız kalmamak için, kendi kendimize gurbet olmamak için yapalım. Ben inanıyorumki böyle yaptığımız taktirde, bir şeyler değişmeye başlıcaktır. Ama önce değişim kendimizden başlayacak, biz değişeceğiz sonra da çevremiz değişecek.
Saliha Bektaş