Hızar Sesine Mezarlıkta Yatan Ölüler Uyanır Mı!
Okurum, kız kardeşinin cevabına gülmüş bir süre. ‘’Tabi ki hızar sesine mezarlıkta yatan ölüler uyanmaz!’’ demiş. Ama hızarın sesindeki gizli melodileri dinlemeye devam etmiş. Kız kardeşi de bir şeyler dinlemeyi ummuş ama, duyduğu, hızarın çalışırken çıkardığı, uzun zamandır çalışmadığı için de, yağlanmamış dişlilerinin uğultusundan başka bir şey değilmiş.
‘’İyi dinle bak. Biz çocukken rahmetli babam bu hızarı çalıştırıp, tomrukları keresteye dönüştürürken türkü söylemeye başlardı. Bak türküsünün notaları hala hızarın sesinden ayırt edilebiliyor!’’
Kız kardeşi, hızar sesine gizlenen notaları duyamamış ama ablasına da kayıtsız kalamamış.
‘’Ben duyamadım. Peki hangi türküyü söylüyor babam şimdi?’’ diye sormuş.
‘’En sevdiği türküyü!’’ demiş okurum.
‘’Deveyi düzde gördüm Sürmeyi gözde gördüm Şükür olsun Mevlama Seni bu güzde gördüm
Di kız gel gel yanıma Seni saram canıma Seni görmezsem bu güz Kıyarım ben canıma
Deveyi düz öldürür Sürmeyi göz öldürür Yiğidi kılıç kesmez Bir acı söz öldürür
Di kız gel gel yanıma Seni saram canıma Seni görmezsem bu güz Kıyarım ben canıma!’’
‘’A! Evet hatırladım. Babamın keyiflendiği zamanlar söylerdi bu türküyü.’’
Kız kardeşim babamın sık sık söylediği bu türküyü hatırladı ama, hızar sesine gizlenmiş babamın sesini ve melodisini duyamadı. Ama ben duydum.
‘’Buraya gelene kadar Gerze’nin Sokakları’nın uykulu halini de fark ettim. Tıpkı çocukluğumuzdaki gibi Kirensuyu Yolu’ndaki Çukur Çeşme’yi gördüm, iki ahşap konağı, konağın etrafındaki uçsuz bucaksız mis kokulu tarlaları da gördüm. Cinli Değirmen yine yerindeydi ve ıslık sesine benzeyen uğultularla un öğütüyordu. Mezarlıktan da içim ürperdi tıpkı çocukluğumdaki gibi.
Ama yanımda sen olmasan, bu karanlıkta tek başıma buralara kader gelemezdim. Gerze’nin Uykulu Sokakları’nı ve bu sokaklara sinmiş çocukluğumun kokularını duyamaz ve anılarımızı hatırlayamazdım.’’
Güneş doğmaya başladı. İçimize sinen serinlik kayboldu. Uykusuzluğumuz gözlerimizden silindi. İki kardeş el ele, denizin iyot kokusuna doğru neşe içinde yürüdük. Annem evde olmadığımızı fark etmemiş bile. Kahvaltımızı bahçedeki masaya hazırlamış. Bizi görünce şaşırdı. Gerze’nin Uykulu Sokakları’ndaki çocukluğumuzu keşfetmeye çıktığımızı anlayamadı. İkimiz de kurt gibi acıkmıştık.
Kız kardeşim verandada kitabınızı okurken(**)
Kahvaltıdan sonra, kız kardeşim de babamın türkülerini dinlemek ve Gerze’nin Uykulu Sokak’larına şahitlik etmek istedi.
Verandadaki salıncakta okuyup bitirdiğim ”AYANCIK’IN UYKULU SOKAKLARI” kitabını alıp okumaya başladı. O, beni büyüleyen kitabınızın sayfaları arasına karışıp kaybolurken, ben de yeni kitaplarınızı araştırmak istedim. Okuduğum bu kitap meğer sizin ‘’TAŞÇI’’ serisi öykülerinizin 5. kitabıymış. Daha önceki kitaplarınızı, kız kardeşimden öğrendiğim gibi internette araştırdım.
Kitaplar iki farklı yayınevi tarafından basıldığı için tüm kitaplarınızı bir arada satan bir siteye ulaşamadım. Sonunda sizin kendi sitenizi keşfettim. Hemen ‘’TAŞÇI’’ serisinin diğer dört kitabının siparişini, kız kardeşimin kredi kartı bilgilerini kullanarak verdim. Çünkü benim şimdiye kadar hiç kredi kartım olmadı. Bankadan kredi kartı alma ihtiyacı da duymamıştım.
Kitabınızın son sayfasındaki sihirli notlara, kız kardeşim kitabınızı okumayı bitirir bitirmez duygu ve düşüncelerimi yazdım. Fotoğrafını çekip size gönderdim. Henüz yeni kitaplarım gelmedi. Bu yüzden onları daha okuyamadım. Kız kardeşim de tıpkı benim gibi, hızar sesinin kaydettiği babamın türkülerini dinleyip, Gerze’nin Uykulu Sokak’larını keşfedebilecek mi bilmiyorum.
Kitaplarınızın tadı hala damağımda. Bana kattığınız her şey için teşekkür ederim. Çok sevdiğim Gerze’mizden selam ve sevgilerimle… Güleser C.
İtiraf etmeliyim ki, okurumdan ben bu mektubu alana kadar, Brezilya’lı yazar José Mauro de Vasconcelos’in ‘’Şeker Portakalı’’ öyküsünü henüz okumamıştım. Hemen internette araştırmaya başladım.
Turan Gökmenoğlu’nun Öykü Kitapları bir arada
Babakale’de Arkadaşım İbrahim Kapusuz’la Balık Avında
Mozaik yapmaktan, yarı değerli taşlarla takılar üretmekten ve okuyup yazmaktan, fırsat buldukça da arkadaşım İbrahim Kapusuz’la birlikte kayığımızla Ege’nin Azurit-Malahit rengi sularında Hani ve Mercan avlamaktan, özellikle Babakale’deki yazlığımızda televizyon izlemeye fırsatım olmaz pek. Belgesel ve müzik kanalının dışında, TRT 2’de, gece 21.30’da başlayan seçme filmleri izlerim ara sıra. Çok ilginç bir tesadüf, o akşam da televizyonu açtığımda ‘’Şeker Portakalı’’ öykü kitabının sinemaya uyarlanmış haliyle karşılaştım.
Hislerim çoğu zaman beni gerçeklere götürür. Filmi sonuna kadar izledim. Bana pek tat vermedi. Filmin baş oyuncusu çocuk, sevgisiz bir ortamda büyüyor ve sürekli babasından şiddet görüyor. Türkülerinde ise bizim kültürümüzde ağzımıza almayacağımız bayağı kelimeler ve yakıştırmalar yer alıyordu! Hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur.
Takıda Kullandığım Yarı Değerli Azurit ( Lacivert)-Malahit (Yeşil) Taşı
Okurumun bu içten Gerze mektubu beni çok mutlu etti. O zaman anladım ki, yazılarım okuyucularımın yüreğine dokunabilmiş. Okuyup yazmaktan, çakıl taşlarının ve mermer tozlarının tozundan kan çanağına dönen gözlerim kendiliğinden iyileşti ama biraz da buğulandı!
Sevgilerimle….