Hüseyin Uysal’ın Kazası ve Pala Hamdi ile Seyahat
Mustafa Kılıç’ın kaleminden Ayancık’tan anılar…
Özellikle yaz aylarında radarda personel sıkıntısı olurdu. Çünkü yaz aylarında hemen hemen her personel izne çıkmak isterdi. Her kıta kendi arasında izinleri ayarlar, mümkün olduğunca Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında izin kullandırılırdı. Evli ve çocuklu olanların bu aylarda izne çıkmasına özen gösterilirdi. Okullar açılmadan izinlerin çoğu kullanılırdı. Benim gibi bekâr personel ise daha önceki veya sonraki aylarda izne gönderilirdi. Ben bundan çok şikâyetçi değildim. Çünkü yaz ayları Ayancık’ın en güzel günlerinin olduğu aylardı. Denizin tadını doya doya çıkartırdım. Tek şikâyetimiz ise çok sık nöbet gelmesiydi. Benim gibi radar operatörler üç günde bir nöbete girerdik. Nöbetçi ekipte bile izne ayrılmalar nedeni ile kişi sayımız düşerdi.
Yine böyle bir yaz nöbetinde nizamiyeden operasyon odasını aradılar. Nizamiyede [1] nöbet tutan arkadaşımızın annesi rahatsızlanmış eve kadar gidip gelmesi gerekiyormuş. O gelene kadar birkaç saat nizamiyede nöbet tutacak birini istediler. Benim vardiyam[2] olmadığı için gönüllü olarak nizamiyeye nöbete gittim. Nizamiye, karanlık odada nöbet tutmaktan çok daha güzel bir ortamdı. Kitabımı aldım, sandalyeyi nizamiye kulübesinin hemen dışındaki küçük balkona koydum. Daha ilk satırları okurken, nizamiyeden motorhane ve yemekhaneye giden alt yoldan bir askerin delicesine koşarak bana doğru geldiğini gördüm. Bir şeyler olduğunu anladım ve çok korktum. Asker soluk soluğa “Hüseyin komutanım, kan fışkırıyor, ölecek, koş komutanım koş,”
Askeri geride bırakarak motorhaneye doğru fırladım. Saniyeler içerisinde motorhanenin önündeydim. Gerçekten de Hüseyin Uysal astsubay yerde yatıyordu. Can kardeşim Hüseyin’i cansız yerde yatıyor görmek beni çok korkuttu. Onu kaybederiz düşüncesi beynime doluştu. Askerin dediği gibi küçük aralıklar ile kafasından kan fışkırıyordu. Atardamar kanaması olduğunu aldığımız ilk yardım dersinden dolayı anladım. Cebimden kullanmadığım bez mendilimi çıkartıp derhal kanamanın üzerine bastım. Elimi doktor gelene kadar kaldırmadım. Bu ara birkaç nöbetçi personel ve doktor da olay yerine geldi. Ambulans da bir iki dakikada içinde oradaydı. Doktor tamponu daha steril bir malzeme ile değiştirdi. İyi yapmışsın, bastırmaya devam et diyerek Hüseyin’in sedyeye, oradan da ambulansa alınmasını koordine etti. Ben de Hüseyin ile beraber Ayancık devlet hastanesine gittim. Doktorlar hemen müdahale ettiler.
Doktorlar Hüseyin’in teşekküllü bir hastaneye gitmesi gerektiğini söylediler. Beyin kanaması olabilir, müşahede altında kırk sekiz saat geçirmeliymiş. Radar doktoru mevzi komutanına rapor verdi. Komutanın emri ile Hüseyin’in benim refakatimde Samsun’a götürülmesi istendi. Ambulans şoförü de radarın sivil şoförlerinden Hamdi abi olacaktı. Hamdi abinin soyadını hatırlamıyorum. Sanırım çoğumuz onun soyadını hatırlamaz. Ama herkes onun “Pala Hamdi” olduğunu bilir.
Pala Hamdi harika bir şofördü, Ayancık’ta herkesin tanıdığı ve sevdiği bir büyüğümüzdü. Hüseyin’i kafası sargılar içerisinde, kolunda büyükçe cam bir şişeden damlayan serumla ambulansa bindirdiler. Biterse yeni serumu nasıl takacağımı da ambulansın içinde bana tarif ettiler. Yola çıktık. Çok hızlı gidiyorduk. Hüseyin sedyede yatarken bir elimle onun elini tutmuş, diğer elimle de savrulmamak için bir yerlere tutunmuştum. Bir müddet sonra Hüseyin gözlerini açtı. Sorular sormaya başladı. Ben de motorhanenin önünde büyükçe bir motoru üçayaklı sehpa ve jalaskal[3] yardımı ile kamyona koymaya çalıştıklarını anlattım. Bir ara sehpanın dengesi bozulunca da devrildiğini, devrilirken de demir sehpanın tüm ağırlığınca kafasına çarptığını anlattım. Hüseyin de “ Evet…o salak askere çok çekme o taraftan dedim, daha yetişemeden, onun yüzünden bu kaza oldu,” dedi. Sevindim Hüseyin makul ve mantıklı konuşuyordu. Demek ki an itibari ile şoktan çıkmıştı. Tabii daha sonra ne olur bilemezdim.
Gözüm sık sık seruma takılıyor, ne zaman biter onun hesaplarını yapıyordum. Hüseyin elimi sıkarak yaklaşmamı istedi. Buyur birader dedim. Çişim geldi Mustafa dedi. Tamam dedim ve ambulansın ön tarafına yumrukla vurarak Hamdi abinin dikkatini çektim. Küçük pencereden arkaya bana baktı. Elimle durmasını işaret ettim. Ambulans durdu. Bir taraftan Hüseyin’i, diğer taraftan serum şişesini tutarak ambulanstan indik. Hüseyin’in üzerinde tulum vardı. Özellikle yağlı motor işleri yaptığı zamanlar bu tulumu giyerdi. Tulum yağ içerisindeydi ve boğazından kasıklarına kadar fermuar vardı. Hüseyin’in bir elinde serum olduğu için, tek eliyle o uzun fermuarı indirmeye çalıştı. Ben de arkasından tek elimle koltuk altından onu destekliyordum. Ön tarafı göremiyordum, ama çişini de yapmadığını kendisi söylüyordu. “ Çişim var ama yapamıyorum,” Birkaç dakika bekledik, baktık olmuyor tekrar ambulansa bindik, yola koyulduk. Bir müddet daha gittikten sonra Hüseyin tekrar çişinin geldiğini söyledi. Bu sefer tamam dedim, yapacak ve rahatlayacak. Pala Hamdi abiye yine işaret verdim. Durduk ve aşağıya indik Hüseyin yine uğraştı, bekledik ama nafile çişini yapamadı tekrar ambulansa bindik. Binerken Hamdi abinin suratından düşen bin parçaydı. Sanırım bir yarım saat daha gittikten sonra Hüseyin yine durmamızı istedi. Ben de Hamdi abiye işaret verdim. Hamdi abi küçük pencereyi açtı duramayız, şehir merkezine girdik, nereye yapacak çişini. Yaparsa yapsın dedi. Sirenleri açtı, gaza biraz daha bastı. Hastaneye dakikalar kala Hüseyin rahatlamıştı. Serum olmayan eli ile tulumunu düzeltmeye çalışıyor, bir taraftan da özür diliyordu. Olsun birader, senin sağlığın önemli diye teselli ettim.
Hastaneye gelince acil serviste bir telaş oldu. Doktor ve hemşireler derhal ilgilendiler. Serumu değiştirip içine ilaçlar enjekte ettiler. Bir hemşire bana olayın nasıl olduğunu sorarken diğer taraftan da Hüseyin’in tansiyonunu ölçüyordu. Hemşirenin dikkatini çeken bir şey oldu, Hüseyin’in serumsuz olan elinin tırnakları daha beyazdı ya da daha temizdi. Hemşire tırnaklara basıp bırakıyor, sonra da diğer kirli elin tırnaklarına aynı işlemi yapıyordu. İkisi arasındaki renk farkını bir türlü çözemiyordu. Nedenini anlatmak istemedim ama yanlış bir tanıya varmasın diye de söylemek istiyordum. Hemşire bir türlü tırnak kontrolünü bırakmayınca durumu anlattım. Hemşire hızla Hüseyin’in elini bıraktı. Göz göze geldik gülüştük.
Hüseyin’i hastanede bıraktık. Ayancık’a telefon ile bilgi verip dönüşe geçtik. Samsun, Sinop arasında Kanlıçay diye bir yer vardır. (Yakakent ile Yenikent’in tam ortasında) Sanırım bunu tüm Ayancıklılar biliyordur. Eskiden otobüs orada mola verir miydi bilmiyorum ama özel araçlarıyla Ayancık’a gelenler mutlaka orada durur dinlenirlerdi. Kanlıçay’a kadar düz yollardan gelinir, sonrasında virajlar ve dağlar arasında zor bir yolculuk başlardı. Ormanlar içerisinde ve gece karanlığında araç sürmek dikkat gerektirirdi. Kanlıçay’ın diğer bir özelliği dere kenarında yeşillikler arasında harika mangallar yakılır, Kanlıçay’ın meşhur kuzuları afiyetle yenirdi. Pala Hamdi burayı en iyi bilenlerdendi. Zaten durduğumuz yerde Hamdi abiyi tanımayan çıkmadı. Oturduk Hamdi abi oldukça kilogramlı et söyledi. Ben bu kadar eti nasıl yeriz diye düşünürken Hamdi abi bir de büyük getirin dedi. Nasıl yeriz düşüncesi bende, ben bu hesabı nasıl öderime dönüştü. O hesabı ödeyecek kadar para yanımda yoktu. Etler yenilmeye, rakı içilmeye başlandığında hava da kararmaya yüz tutmuştu. Hakikaten et harika idi. Eh rakı da fena değildi yani. Zaten stres ve yorgunluktan sonra bu ziyafet bizi mutlu etmişti. Bir büyük rakıyı daha çoğunu Hamdi abinin içmesi kaydıyla bitirmiştik. Hava iyice kararmıştı, ben hesap istediğimde Hamdi abi tamamdır dedi. Çalışanlar ile vedalaşıp arabaya bindik. Hamdi abi hesap ödemedik dedim. Güldü, meğerse Hamdi abinin orada hesabı varmış, sık sık Samsun’a, Merzifon’a görevli gittiğinde her zaman Kanlıçay’da mola verirmiş. Yediklerinin hesabını da aybaşı maaşını alınca ödermiş.
Yemek için Hamdi abiye teşekkür ettim. Çok geçmeden başka bir şeyi fark ettim. Karanlıkta, tek şeritli ve virajlı yolda Hamdi abi arabayı oldukça hızlı kullanıyordu. Korkmaya başladım. Ara sıra da olsa karşı tarafta ağaçlar arasından bir araba çıkıyor, hızla yanımızdan geçiyordu.
Ayancık’a döndükten sonra radarın şoförlerinden dostum Feridun Ersoy’a bu durumu anlattım. Hamdi abinin rakının çoğunu içtiğini ve çok hızlı kullandığını, korktuğumu anlattım. Feridun gülerek ban a“Esas içmez ise korkman gerekir” dedi.
- [1] Nizamiye; Radar mevziine girişteki ana kapı.
- [2] Vardiya; Radar nöbetinde tutulan süre aralığı. Örneğin, üç saatlik vardiya aralığı ile nöbet tutardık.
- [3] Jalaskal; Ağır şeyleri kaldırmaya, sağa sola döndürmeye yarayan donanım.
Harika bir yazı kardeşim.
😀😃🥰🤣
😀😃🥰🤣Hamdi abim ….
Beni meşhur ettin biraderim,artık Ayancığa gittiğimde o meşhur Hüseyin abi sen misin? diyecekler. O kazada nizamiyeden sonrakileri hatırlamıyorum fakat serum kolumdayken o işlemi yapamadığımı ve hemşirenin hareketini çok iyi hatırlıyorum. Ayancık’ta pek çok hatıramız var ve bu anıları en iyi derleyen arkadaşımızsın. Senin sayende Ayancık aşkımız hiç bitmiyor. Emeğine kalemine sağlık dostum.
Ya süpersin abicim. Baştan üzüldüm sonra güldüm. Kalemine sağlık. Selamlar olsun
Bir muhteşem anı daha abi. Bu arada bir bilgi, yanılmıyorsam Kanlıçay’ın adı sonra Güzelceçay oldu. Kebapları da efsaneydi👍
Mustafa hocam harika yazılarınızı okurken resimli romana bakıyor gibi oluyorum. Anılarınızı güzel anlatımınızla yeniden hayata döndürüyorsunuz. Kaleminize sağlık gerçekten….Esenlikler diliyorum 🍀
Guzel yazimin icin tsk ler o yillara goturdun bizleri pala hamdiyide ferudunuda hatirliyorum her ikiside cok guzel insanlardi
Ayancık anılarından birini daha,o günleri yaşayan biri olarak heyecanla okudum.Bende Rahmetli Namı diğer Pala Hamdi abimizle ilgili bir anektdotu yazmadan geçemeyeceğim.Yıl 1980 Rahmetli abimiz Ahmet Barut periyodik muayene içi Merzifon Askeri Hastaneye gitmişti. Tüm kontroller normal çıkıp Ayancığa dönmüştü.O günün akşamında Maliyeci Osman ERİŞ’in sahildeki evinde yemek yedik ve muhabbetimizi yapıyorduk.Aniden Ahmet Barut fenalaştı acilen Ayancık Devlet hastanesi ne götürdük.Dr.apandisit teşhisi koydu vakit kaybetmeden Samsun ‘a acil yetiştirilmesi gerekiyordu.Askeri personel olduğundan Radarın Ambulansı hazırlandı Rahmetli Pala Hamdi kullanacaktı aracı.Sahildeki eski gazinonun önünde gerekli hazırlıklar yapılıyordu. Bi ara Hamdi abimiz bar tarafına geçip bir kaç dakika içinde 2 duble rakı yı içmişti bile.Ben Hamdi abi yola çıkacak sın tehlikeli olmaz mı dediğimde asıl ben içmezsem tehlike olur İsmail dedi.Rahmetli Feridun’nun dediği gibi uzun yola çıkmadan mutlaka bir kaç duble içerdi. Neyse sonuca bağlayalım konuyu.Ahmet abimizi Samsun’a yetişdirdi.Doktorlar tam zamanında getirmişsiniz hastanızı apandisit patlamak üzereymiş. Ameliyat sonrası sağlıkla döndü Ahmet abimiz aramıza.Aramızdan ayrılan Pala Hamdi,Feridun Ersöz ve Ahmet Barut abilerimizi de rahmetle anıyorum. Mekânları cennet olsun.
Ayancık anılarından birini daha,o günleri yaşayan biri olarak heyecanla okudum.Bende Rahmetli Namı diğer Pala Hamdi abimizle ilgili bir anektdotu yazmadan geçemeyeceğim.Yıl 1980 Rahmetli abimiz Ahmet Barut periyodik muayene içi Merzifon Askeri Hastaneye gitmişti. Tüm kontroller normal çıkıp Ayancığa dönmüştü.O günün akşamında Maliyeci Osman ERİŞ’in sahildeki evinde yemek yedik ve muhabbetimizi yapıyorduk.Aniden Ahmet Barut fenalaştı acilen Ayancık Devlet hastanesi ne götürdük.Dr.apandisit teşhisi koydu vakit kaybetmeden Samsun ‘a acil yetiştirilmesi gerekiyordu.Askeri personel olduğundan Radarın Ambulansı hazırlandı Rahmetli Pala Hamdi kullanacaktı aracı.Sahildeki eski gazinonun önünde gerekli hazırlıklar yapılıyordu. Bi ara Hamdi abimiz bar tarafına geçip bir kaç dakika içinde 2 duble rakı yı içmişti bile.Ben Hamdi abi yola çıkacak sın tehlikeli olmaz mı dediğimde asıl ben içmezsem tehlike olur İsmail dedi.Rahmetli Feridun’nun dediği gibi uzun yola çıkmadan mutlaka bir kaç duble içerdi. Neyse sonuca bağlayalım konuyu.Ahmet abimizi Samsun’a yetişdirdi.Doktorlar tam zamanında getirmişsiniz hastanızı apandisit patlamak üzereymiş. Ameliyat sonrası sağlıkla döndü Ahmet abimiz aramıza.Aramızdan ayrılan Pala Hamdi,Feridun Ersoy ve Ahmet Barut abilerimizi de rahmetle anıyorum. Mekânları cennet olsun.
Mustafa Bey kaleminize sağlık. İlk yardım eğitimlerinin önemini bu anınızda çok güzel ifade etmişsiniz. Selamlar saygılar sunarım..
Hüseyin’i bu kazasını unutmak mümkün değil,Allah korusun daha kötüsü olabilirdi.Sonrasında psikolojik desteği hepbirlikte ona vermiştik….Gazinoda görevli askerler ile olan fotoya gelince;yanlış hatırlamıyorsam,sana yakın olan Emin,Hamdi abinin yanındakine komutan şoförünü ve iyi bir futbolcuyu.O günlere bizi tekrar götürdün sevgili Musta…
Eski güzel günleri yine hatırlattın . Teşekkürler Mustafa cığım eline kalemine sağlık.
Mustafa Kanlıçay’ı iyi bilirim. Adı nasıl olmuş biliyor musun ? Traktör römorkü insan dolu, yukarıdan aşağıya uçmuş, çay kan akmış. İşte böyle olmuş Kanlıçay. Şimdi sahil yolu, oraları göremiyoruz. İyi akşamlar. Selamlar