İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçilmemeli
Yine bir cumartesi sabahı Resmi Gazete’de yayınlanan;
Türkiye’nin kadına yönelik şiddete ve ayrımcılığa karşı mücadelede etkin bir uluslararası sözleşmesi olan İstanbul sözleşmesinden ayrılma kararına karşı kadınlar sokağa çıktı. Cumhurbaşkanı, bir gece yarısı kararıyla, 2011 yılında büyük övgülerle İstanbul Sözleşmesinden çekildi. Geçen yıl ilkbaharda Cumhurbaşkanı; Ayasofya’nın ibadete açılması ve İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı geldi aklına…. Aklına diye yazdığıma bakmayın aslında; eriyen tabanının çekirdeğini oluşturan cemaat-tarikat çevreleriyle güç oluşturmak desteğine ihtiyaç duyuluyordu.
İstanbul Sözleşmesi nedir? Sorusuna kısa yanıtımız; Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alan ilk Avrupa sözleşmesi olma niteliğini taşıyan sözleşmedir. İstanbul Sözleşmesi; bu güne kadar Türkiye dahil Avrupa Konseyi üyesi 20 ülke tarafından onaylanmıştır. Sözleşme 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için “İstanbul Sözleşmesi” ismiyle anılıyor. Sözleşmenin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belgedir.
İstanbul Sözleşmesi yaşatıyordu, çünkü bu sözleşme bugüne kadar uygulandı. Koruyucu ve önleyici tedbirlerle kadınlar ve çocuklar korundu. Anayasa Mahkemesi İstanbul Sözleşmesi’ni dayanak olarak gösterdi ve sözleşmenin, şiddet madurunu etkin biçimde korumaya ve kanunun amacını gerçekleştirmeye yönelik olduğunu söyledi bir çok davada. Bu sözleşme ile ilk kez pisikolojik şiddet ve ekonomik şiddet de erkek şiddeti olarak tanındı.
Kadına yönelik şiddet hem dünyada hem de ülkemizde kanayan bir yaradır. Bu yara aynı zamanda bir insanlık suçudur. Kadınların çeşitli bahanelerle şiddete maruz kalması ve yaşam haklarının elinden alınması, her gün sarsıcı örnekleriyle karşımızdadır. Kadınların ve çocukların hayatını karartan cinayet, taciz, tecavüz, zorla ve erken evlilikler kadını kadın olduğu için ayrımcılığa maruz bırakan zihniyet yapısının yansımasıdır. Uluslararası sözleşmeler ve yasalarımız şiddeti besliyen zihniyet yapısı ve şiddet eylemleri ile mücadelenin en etkili araçlarıdır. TBMM’nin2012 yılında tüm siyasi partilerin ittifakıyla İstanbul Sözleşmesi’ni onaylaması dünyada örnek öncü adım atmıştı.
Sözleşme, imzacı devletlere birçok yükümlülük getirmiştir. Genel yükümlülük başlığı altında şöyle diyor; “Taraflar, kültür, örf, adet, gelenek, din veya sözde namusun iş bu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını sağlar.” Sözleşme, “Temel haklar, eşitlik ve ayırım gözetmeme” başlığı altında cinsel kimlik, cinsel yönelim, göçmen ve mülteci olmak durumu, ulusal azınlık ve daha birçok konuda etkin önlemler alma konumunda…
Yine bir cumartesi sabahı Resmi Gazete’de yayınlanan; “Karar sayısı: 3718 Türkiye Cumhuriyeti adına 11/05/2011 tarihinde imzalanan ve 10/02/2012 tarihli ve 2012/2816 Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve bunlarla Mücadeleye ilişkin Avrupa Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 salıyı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3üncü maddesi gereğince karar verilmiştir.” 30 küsür önemsiz kararın arasından yayımlanmıştır. Zaten durduramadığımız, Kadınlarımız hayatlarını kaybediyor. Eziyet ederek öldürüyor. Kadın cinayetlerinin üstü örtülmeye çalışılacak. Bu yasanın uygulanması için sesimizi çıkaralım.